4 Ocak 2019 Cuma

En çok kazanan avukatın sırları: Ahmet Pekin

En çok kazanan avukatın sırları







Barış Soydan

 Turkishtime özel röportaj
Ahmet Pekin yılda 25 milyon TL kazanıyor. Ticari hukuk alanında uzman bir isim. Özellikle şirket birleşme ve satın almalarında onsuz bir masa düşünülemiyor. “Avukatlığın maddi ve manevi tatmini yüksek” diyen Pekin'e göre avukatlık aynı zamanda çok tehlikeli bir meslek. Asla hata yapma lüksünüz yok.

“Ben para kazanmak için avukat olmadım. Para kazanmak benim için amaç değil araç oldu.  Para kazanmak için avukat olursanız başarılı olamazsınız. Ben bu işe başladığımda paralar paçamdan akmıyordu. Ay sonunu zor getiriyordum”. Bu sözler ünlü Avukat Ahmed Pekin'e ait. Pekin 2013'te ödediği 9 milyon TL vergi ile “Türkiye'nin en çok kazanan 50 avukatı” içinde ilk sırada yer alıyor. Üstelik bu rakam ona en zengin iş insanları arasında da yer kazandırıyor. Yıllık kazancı 25 milyon TL. Ticari hukuk alanında uzman bir isim. Özellikle şirket birleşme ve satın alma sözleşmelerinde onsuz bir masa düşünülemiyor. 1984 yılında İstanbul'da hukuk macerası başlayan Pekin 30 yıldır kurumsal bir şirket oluşturmak için çalışıyor. Pekin&Pekin Hukuk Bürosu'nda 50'den fazla avukat çalışıyor. Önemli sözleşmelerde ve hayati davalarda onun imzası var. Pekin'e göre, avukatlığın maddi ve manevi tatmini yüksek olsa da çok tehlikeli bir meslek. Asla hata yapma lüksünüz yok.

Vergi listesinde isminiz ilk sıralarda geçiyor. Bunun nedeni olarak neler söylersiniz? Avukatlar çok mu kazanıyor?
Türkiye'de 85 bin avukat var. Hepsinin çok para kazanması mümkün değil. Ama bunların içinde tabiki çok başarılı olanlar var ve onlar da verdikleri hukiki hizmetin karşılığını alıyorlar.

85 bin avukat var diyorsunuz ama adı ilk sırada yazan sizsiniz. Neden diğerleri değil de siz? Bu başarının altında hangi etkenler var?
Ben para kazanmak için avukat olmadım. Para kazanmak benim için amaç değil araç oldu her zaman. Benim için öncelik, mesleğimi en iyi şekilde yapmak. Para kazanmak için avukat olursanız başarılı olamazsınız. Ben bu işe başladığımda paralar paçamdan akmıyordu. Ay sonunu zor getiriyordum. Buna rağmen kendi uzmanlık alanım olarak gördüğüm ticaret hukuku, iş hukuku dışında herhangi bir dava kabul etmedim. Boşanma davası kabul etmedim. Bu işin ilk kuralı uzmanlaşmadır.

Avukatlığın bıçak sırtı noktaları nelerdir?
Bizim mesleğimiz aynı zamanda tehlikelidir. Doktor hastaya doğru müdahaleyi yapmazsa hasta ölür ve iş orada biter. Ama bizde öyle değil. Hata yaparsanız, temsil ettiğiniz insan her gün ölür. Çünkü o kararı düzeltmeniz artık mümkün değildir. Kendi kendinize bunun muhasebesini yaptığınızda huzurunuz kalmaz. Bu meslek insanı vezir de eder rezil de.

Başarınızda payı olan davalardan birkaç örnek verebilir misiniz?
1987-88 yılında başlayan Kemal Horzum davası benim dönüm noktalarımdan biridir. Ben davayı 1991 yılında devraldım. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal davanın takipçisiydi. Karmaşık ve zorlu bir davaydı. Bir sebeple dava bana geldi. Ben asla bir davanın ortasından girmem, bu benim prensibimdir. İsterlerse bana dünyayı versinler ama yine de kabul etmem. Çünkü temelinden itibaren inşaatı siz kurmazsanız o binanın çökme ihtimali yüksektir. Ama dava o kadar zorluyduki, açıkçası kendimi denemek istedim. Kendimle yarışmak istedim. Nihayetinde davayı biz kazandık. Kemal Horzum zimmet davasında en üst ceza ile yargılandı. O zaman bu dava TRT'de canlı yayınlanıyordu. Herkes beni orada izledi. Benim de ünlenmem bu dava ile oldu.

Neden ticaret hukukunu seçtiniz?
Çünkü hukukta en grift, en karmaşık alanlardan biri. Boşanmada ya da diğer alanlarda böyle değil. Ticaret hukukunda alan çok geniş. Eğer alan genişse öğrenilecek çok şey var demektir.

Şirket satın alma ve birleşmelerinde şu sıralar bir hareketlilik var mı?
Şu anda bir hareketlilik yok. Bunun sebebi seçim dönemi. Yabancı yatırımcı seçim sonuçlarını bekliyor. Yabancıları Türkiye'de yatırım yapmaya teşvik eden iki unsur vardır: Ekonomik ve siyasi istikrar. Koalisyon hükümeti kurulunca yatırımcılar bu iki istikrarın gerçekleşip gerçekleşmediğine bakacaklar. Eğer gerçekleşti ise yatırımlar yeniden başlayacak. Yabancıların gözünden koalisyon hükümeti çok daha olumlu karşılanıyor. Çünkü büyük çoğunluğu kapsayacak. Uzlaşma ortamı oluşacak. Şu anda durgun olan piyasa da böylelikle canlanacak.

Şirket birleşme/devralma sözleşmelerinde hangi hususlara dikkat etmek gerekir? Riskleri nelerdir?
Bu sözleşmeler avukatlara çok fazla sorumluluk getirir. Hata yapma şansınız yoktur. Eğer bir hata yaparsanız bunun bedelini iki şekilde ödersiniz. İlki, yaptığınız hatanın karşılığında müvekkilinizin bir zararı doğduysa onu ödersiniz. İkincisi ise bütün kariyeriniz biter. Bu paradan çok daha değerlidir. Bin tane başarılı iş yapın ama bir tanesinde hata yapın bir daha kendinizi asla toplayamazsınız. Benim meşhur bir söylemim vardır: “Ben Kuzey Kutbu'nda bir hata yapayım, bana orada avukatlık yaptırmazlar”.

Bir avukat olarak sizi buraya getiren elbette mesleki üstünlüklerinizdir. Ancak ticari yetenekler de gerekmez mi? İkisi arasında nasıl bir yönetim var?
Ben mesleğe İzmir'de başladım. 1984 yılında İstanbul'a taşındım. Çünkü İzmir'de ufkumu geliştireceğime inanmadım. Ve o tarihten itibaren tek başına avukatlığın da yapılamayacağını anladım. Çünkü bir insanın 24 saati bu kadar işi bitirmesi için yetmez. Ben de o tarihten itibaren hem insana hem teknolojiye yatırım yapmaya başladım. Ve bunun sonunda kurumsallaşmaya başladık. 2008 sonunda 23 yılda bu avukatlık bürosunu bir kurum haline getirdim. Burası şimdi bir makine gibi çalışıyor. 24 saat 365 gün açıktır. Aşağıdaki kapı hiçbir zaman kilitlenmez. Biz yurtdışı ile çalışıyoruz. Dünyanın her yerinden müvekkilimiz var. Onların ihtiyaçlarına her an cevap verebilmeliyiz. Aksi düşünülemez.


BAŞARININ İKİ SIRRI

UZMANLAŞMA: Bu işin ilk kuralı uzmanlaşmadır. Hukuk çok derin bir bilim, hepsini bir anda bilemezsiniz. Bir yerde boşanma, bir yerde arazi ihtilafına bakamazsınız. Her şeyi bilemezsiniz. Ama alanı daraltırsanız bilginiz uzmanlığa doğru gider.

İLKELİ OLMA: Bu işte ilkeli olmak önemliBen asla bir davanın ortasından girmem, bu benim prensibimdir. İsterlerse bana dünyayı versinler ama yine de kabul etmem. Çünkü temelinden itibaren inşaatı siz kurmazsanız, o binanın çökme ihtimali yüksektir.


KAYNAK: http://www.turkishtimedergi.com/arastirma/en-cok-kazanan-avukatin-sirlari/

Avukatlıkta alan seçimi ve uzmanlaşma

Avukatlıkta alan seçimi ve uzmanlaşma 

Mesleğe yeni başlamış / başlayacak avukatlar, meslekte başarılı olmanın, bir veya birkaç özel hukuk dalında seçim yaparak uzmanlaşmaktan geçtiğini kavramış durumdalar. Çok uç bir uzmanlık dalı seçilmediği müddetçe ( örneğin deniz ticaret hukuku, devletler hukuku gibi ), doğru pazarlama yöntemleriyle müvekkil portföyü oluşturmak da düşünüldüğü kadar zor değil. Uç dallar için de bu mümkün elbette ancak bazı hukuk dallarına (iş hukuku, ceza hukuku, borçlar hukuku, miras hukuku gibi) ilişkin ihtilaflar, diğerlerine oranla daha sık yaşandığından, bu dallarda uzmanlaşmak, mesleğe yeni başlayanlar için daha mantıklı gelmektedir. Ancak şunu da unutmamak lazım ki; birçok avukat, sık ihtilaf yaşanan konularda dava almak isteyeceğinden, sizin öne çıkabilmek adına, uzmanlığınızla birlikte, kişisel markanızı, özetle “farkınızı” ön plana çıkartmanız gerekecektir. Rekabet, kaliteyi getirir. Ancak bizim hukuk sistemimizde malesef rekabet, bazı avukatlarca “ucuz avukatlığı” getirmekte, kaliteyi ise getireceğine, götürmektedir. Hukukta idealist olmak, avukatlıktan çok akademisyenlikte faydalı olabilir. Ancak avukat olacak ve serbest meslek faaliyeti yürütecekseniz, idealist olma ile para kazanma arasında seçim yapmanız gerekecektir. Teori ile pratik, birbirinden oldukça farklı. Fakültede aldığı eğitimle kendine uzmanlık dalı seçmeye kalkan bir avukatın, pratiği görünce, seçtiği daldan pişman olma ihtimali de mevcut. Örneğin seçtiği özel hukuk dalında, beklediği müvekkil potansiyelini yakalayamayıp, meslekte yeteri kadar kazanamaması olası. Seçmiş olduğu dalın uygulaması, düşündüğü gibi çıkmayıp, kendisini memnun etmeyebilir. Bir diğer ihtimal de, seçim yapan kişinin katakteristik vasıfları, o hukuk dalına uygun olmayabilir.  Piyasada kendini uzman olarak tanıtan ancak uzmanlığı, benzer 3 davaya girmekten ibaret olan, özgüveni tavan yapmış hukukçuların da bolluğunu düşündüğünüzde, bir hukuk dalında gerçek anlamda uzmanlaşırsanız, doğru stratejilerle piyasadaki ” çakma uzman” bir çok rakibinizi kolayca eleyebilirsiniz. Her bir hukuk dalı, uzmanlaşmak için farklı süreler gerektirir. Bazı hukuk dallarında uzmanlaşmak daha kolayken, bazıları oldukça vakit alacaktır. Örneğin boşanma hukukunda uzmanlaşmak isteyen bir avukatla, ceza hukukunda uzmanlaşmak isteyecek bir avukatın, öğrenmesi, takip etmesi, incelemesi gereken konu sayısı, yasa değişikliği, içtihat birbirinden sayı olarak oldukça farklılık gösterir. Kimi avukatlar, “Ceza avukatı” yada “İş avukatı” gibi nitelendirmelere karşı çıkmakta, ruhsatı olan her avukatın bu tür davalara girebileceğini, böyle bir ayrımın hatalı olduğunu iddia etmektedirler. Yargılama usulü, duruşmaların seyri, mevzuata hakimiyet, usul farklılığı gibi bir çok husus göz önüne alındığında, biz bu ayırımın yerinde olduğu kanatindeyiz. Müvekkiller de bu durumun farkındadırlar zaten. O yüzdendir ki işi 3 liraya almayı kabul eden avukata değil, 10 liraya alan ve konusunda gerçek anlamda uzman olan bir avukatla çalışmayı tercih ederler. Bir kısım avukatlar da kendilerini, örneğin “Anlaşmalı boşanma avukatı”  olarak tanıtırlar. Böyle bir avukata denk gelirseniz, bırakın kendisine iş vermeyi, yanından koşarak uzaklaşın. Medeni Kanun’daki 3 maddeden ibaret bilgisini kendisine “uzman” ünvanı vermeye yeterli gören bir avukatın, özgüvenine şüphe yoktur. Ancak hukuki bilgisi tartışılır. Marka Patent vekilliği, Spor Hukuku, Basın Hukuku, Gayrimenkul Hukuku, Aile Hukuku, İş Hukuku, Ceza Hukuku, İdare Hukuku, Vergi Hukuku, İcra Hukuku (Borçlu vekilliği), Ticaret Hukuku ve buna benzer saymayı unuttuğumuz bir çok dal, uzmanlık gerektirmektedir. Avukatlık ruhsatı olan ve baroya kayıtlı her bağımsız avukat, bu dallarada dava alabilir. Ancak mesele davayı almak değil, alınan işin hakkını vermektedir. Devam eden makalelerimizde, uzmanlık konusunda seçim yapmak isteyen meslektaşlarımıza, ileride hayal kırıklığı uğramamaları adına, fikir sahibi olduğumuz dallarla ilgili olarak, uygulama konusunda bilgiler aktarmaya çalışacağız.

Kaynak Linki : http://www.hukukitavsiyeler.com/2015/02/02/avukatlikta-alan-secimi-ve-uzmanlasma/

Avukatlıkta alan seçimi – Uygulamada Ceza Avukatlığı

Avukatlıkta alan seçimi – Uygulamada Ceza Avukatlığı 

 Bir önceki makalemizde, tüm hukuk dallarında yarım yamalak bilgi sahibi olmaktansa, belirli bir hukuk dalında uzmanlaşmanın çok daha akıllıca olacağına değinmiştik. Bu makalede, uygulamada ceza hukuku avukatlığının nasıl olduğuna, bir ceza avukatının ne gibi vasıflara sahip olması gerektiğine ve ceza hukuku avukatlığındaki kazanca değineceğiz. Daha önceden de bahsettiğimiz üzere, bazı avukatlar, “ceza avukatı” kavramını kabul etmemekte ve her avukatın ceza davasına girebileceğinden bahsetmektedir. Eğer ceza hukukunda uzmanlaşmayı tercih edecekseniz, bu alanın çok geniş olması nedeniyle diğer hukuk dallarını bir kenara koymanızı tavsiye ederiz. Çünkü iyi bir ceza avukatı, istisnai durumlar sözkonusu olmadıkça hukuk davası almaz. Bunun temel sebebi, ceza hukukunda uzmanlaşmanın çok fazla emek ve mesai gerektiriyor olmasından kaynaklanır. Bazı hukukçular, ceza avukatlığını, zorunlu müdafiilik kurumu (CMK) uyarınca vatandaşların ceza davası için ücretsiz avukat temin edebildiğinden bahisle gelir getirmeyen bir dal olarak görmektedirler. Oysa bize göre bu büyük bir yanılgıdır. Ceza mahkemesinde yargılanan bir sanığın, isnat edilen suçun türüne göre değişmekle birlikte, hürriyetinden yoksun kılınma riski bulunduğundan, hukuk mahkemelerinde görülen davalarda avukat tutmayan bir çok insan, ceza davalarında avukat arayışına gitmektedir. Bu hususta tercih yaparken de, ceza hukukunda uzmanlaşmış avukatları tercih etmekte, söz konusu özgürlük olunca, kesenin ağzını da daha çok açmaktadırlar. CMK avukatlığı yapanlar, genelde mesleğinin ilk yıllarında olan ve bu yolla ek gelir elde etmeyi amaçlayanlar. Mesleğin başında olunca da, ne kadar tecrübeli olabilecekleri konusunda takdiri size bırakıyoruz. CMK’dan atanan müdafiileri küçümsemek hadimiz değil. Hatta ceza avukatlığı yapmayı düşünen bir avukatın, seminere katılıp sertifika almasını,  barodan görevlendirileceği dosyalarla bir süreliğine de olsa ilgilenmesini oldukça yararlı buluyoruz. Ancak CMK’dan alınan işin alacağı vakit ve ödenen ücretler karşılaştırıldığında, o rakamlara o işin yapılması çok da akıl karı değil. Özetle bu hususta tavsiyemiz, CMK eğitimi alıp, uygulamada bir müddet de olsa tecrübe ve ek gelir kazanmak adına CMK avukatlığı yapmak ancak bu süreyi fazla uzatmamak yönündedir. Barodan müdafii tayini isteyen şüpheliler /sanıklar, genellikle maddi durumları iyi olmayanlardır. Seçim yapmak yerine, barodan atanacak avukata razı olan bir şüpheli /sanık, ya kendisine isnat edilen suçun yaptırımının farkında değildir ve “nasıl olsa haklılığım ortaya çıkar, ceza almam” mantığındadır. Ya da özel olarak tutacağı ceza avukatına ödeme yapacak gücü yoktur. Ceza avukatlığı yapmak isteyenler için,CMK avukatlığının bir diğer iyi yanı, müvekkil edinmede kendini gösterir. Baro tarafından atanan avukat, ücretini müvekkilden almaz. Ancak dosyada belli bir aşama için görevlendirilir. (Karakol sorgu, savcılık soruşturma gibi) Hal böyle olunca da, eğer şüpheli / sanık ile frekansları tutarsa, vekalet ücret sözleşmesi yaparak zorunlu müdafiilikten ihtiyari müdafiiliğe geçer. Ceza hukukunda, vekaletname sunarak davaya katılan vekil, baro tarafından atanan müdafiiden daha üstün tutulmaktadır. Öyle ki yargıtayi dosyada vekaletnamesi bulunan vekil yerine, barodan atanan vekile yapılan tebligatı, hatalı bulmaktadır. CMK vesilesi ile tanışıp dosyasına baktığınız müvekkiller, sizi ceza avukatı olarak tanıyacağından, dosyada tatmin edici bir savunma yapmanız durumunda, sizi çevrelerine referans olarak da verebilirler. Bu da zamanla ceza hukukunda müvekkil portföyünüzün oluşmasına yardımcı olur. Ancak bu konuda büyük beklenti içerisinde olmamalısınız. Çünkü, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, genellikle maddi durumu olmayanlar zorunlu müdafiilik kurumuna başvurduklarından, ücretsiz halletmek varken avukata vekalet ücreti ödemek birçoğunun işine gelmeyecektir. CMK avukatlığı yaparken, yaralamadan hırsızlığa, adam öldürmeden uyuşturucuya, her tür dosya ile karşılaşmanız mümkün. Bu da size meslekte tecrübe edinmeniz adına ciddi anlamda pratik tecrübesi sağlar. Ceza hukukunda uzmanlaşabilmenin bir diğer yolu, salt ceza hukuku alanında faaliyet gösteren bir avukat veya hukuk bürosu yanında çalışmaktan geçer. İyi bir gözlemci olup, müvekkillerle yapılan görüşmelerden, cezaevlerine yapılan ziyaretlere, savunma dilekçelerinden, usul tekniklerine kadar çalışmış olduğunuz hukuk bürosundaki işleyişi takip ederseniz, bu size oldukça tecrübe sağlayacaktır. Ceza hukukunda yüksek lisans ve doktora yapmak, seminerlere ve konferanslara katılmak da elbette ki ceza hukukundaki mesleki gelişiminize oldukça faydalı katkılar sağlayacaktır. Ceza avukatlarının para kazanmadığı düşüncesi ise tamamen yanlış bir görüştür. Adalet sistemimizin ağır aksak ilerliyor olması, insanların, “nasıl olsa suçsuzluğum ortaya çıkar ve beraat ederim” mantığından uzaklaşmasına neden olmakta ve insanları, savunma yapmak üzere ceza avukatı arayışına itmektedir. İşin özü, hukuk sistemimize olan güvensizlik, ceza avukatlarına yaramaktadır. Özgürlük mevzu bahis olunca, hele ki tutuklu işlerde, tutuklu ile görüşemeyen sanık yakınları, bir şeyler yapabilmek adına çabalamakta, içerideki yakınlarını bir an önce çıkartabilmek adına fedakarlıktan çekinmemektedirler. Öyle ki, uygulamada, yakınını çıkarabilmek için evini, arabasını satıp avukatın vekalet ücretini ödeyenler dahi vardır. Hal böyle olunca da, ceza avukatlığının para kazandırmadığından bahsetmek oldukça hatalıdır. Gelelim ceza avukatlığının dezavantajlarına… İnsanlar, ceza avukatına ihtiyaç duyduklarında, doğal olarak kıdemlisini tercih etmek isterler. İnsanların gözünde de kıdem, her ne kadar tek başına yeterli olmamakla birlikte yaşla doğru orantıdadır. Ne kadar yaşlıysanız, o kadar kıdemli görünürsünüz. Mesleğe yeni başlayan bir avukatın, 23-24 yaşlarında olacağı düşünüldüğünde, ceza avukatlığından bir süre (bizce yaklaşık 5 yıl) ekmek yemesi ihtimali düşüktür.  O yüzden bu süreyi uzmanlaşmaya ayırmak (Yüksek lisans, ceza  ağırlıklı bir büroda çalışmak ve CMK yapmak), cüzi de olsa gelir elde etmenize yardımcı olacaktır. Ceza hukukçuluğunun bir diğer dezavantajı, müvekkil portföyünüzün suç işleyenlerden / suç işlemeye meyilli insanlardan oluşacak olmasıdır. Problemli insanlar, beraberinde problem de getirebilirler. O yüzden üslubunuza, tarzınıza, duruşunuza özellikle dikkat etmeniz gerekir. Ceza davalarında asıl para, tutuklu işlerden kazanılmaktadır. Bu nedenle dilekçe yazıp duruşmalara girmeye ek olarak, bir de müvekkilleri karakolda, cezaevinde sık olarak ziyaret etmek gerekir. Avukat, çoğu zaman, müvekkil ile yakınlarının haberleşebilmesinde aracı olarak da kullanılmakta olup, cezaevi ziyaretlerini aksatmamak, işin hakkını vererek takip ettiğinizin en belirgin göstergelerindendir. Dolayısı ile bir ceza hukuku avukatı, hukuk davalarına bakan bir avukattan daha fazla ofis dışında vakit geçirmek durumundadır. Hal böyle olunca da, yukarıda da değindiğimiz üzere, diğer hukuk dallarına ayıracak vakti kendinde çoğu zaman bulamaz Hitabet sanatı güçlü olan avukatlar, ceza hukukunda daha revaçtadırlar. Sanık ve yakınları, savunma dilekçesinin içeriğinden çok, avukatın duruşmada sözlü olarak neler söylediği ile ilgilenir. Bu yüzden yazılı savunmaya ek olarak, duruşmalarda da, söz alarak savunmanın can alıcı noktalarını vurgulamak ve bunu yaparken ses tonunuzdan üslubunuza kadar herşeyinize dikkat eteniz gerekir. Kimileri buna “tribüne oynamak” dese de, karşınızda müvekkilinizin suçsuzluğuna veya daha az cezayı hakettiğine inandırmanız gereken bir mahkeme heyeti / C. Savcısı bulunacağından, laf kalabalığı yapmadan, doğru noktalara hedef alarak, davanın seyrini değiştirmeniz elbette ki mümkün. Ceza avukatı kurnaz ve pratik zekalı olmalıdır. Karşı tarafın veya tanıklarının beyanlarındaki varsa çelişkileri, dosyada varsa hukuka aykırı elde edilmiş delilleri net bir şekilde görebilmeli ve bunları müvekkili lehine kullanmayı becerebilmelidir. Örneğin dosyaya vakıf olan bir avukat, müşteki tarafın veya tanığının duruşmadaki ifadesinde, bir çelişki yakaladığında, tanığın veya müştekinin beyanlarının gerçeği yansıtmadığını, çarpıtıldığını mahkemeye gösterebilmek adına, kilit sorular sorabilmelidir. Eğer avukat, dosyaya hazırlanmadan duruşmaya girerse, müşteki veya tanık beyanlarından sonra “aleyhe husuları kabul etmiyoruz”,”Yazılı olarak cevap vereceğiz” demekle yetinirse, müştekiyi veya tanığı bir daha karşısında görüp soru sorma ve sıkıştırma şansını bulamayacaktır. Son olarak, eğer çok fazla merhametliyeseniz, ceza avukatlığı yapmanız zor. Ceza dosyasında bir tarafta suçtan zarar gören ve yakınları bulunurken, vicdanen, haksız olduğunu bile bile bir müvekkili savunmak size zor gelecekse, yol yakınken ceza avukatlığını unutun derim. Çünkü ceza hukukunda, müşteki vekilliğinden değil, sanık müdafiiliğinden para kazanılır. Çoğu zaman, gerçekten suçsuz olanı savunmak, suçluyu savunmaktan daha kolaydır. Ancak asıl para kazandıran müvekkiller, “gerçekte suçlu” olan müvekkillerdir.

Kaynak Linki : http://www.hukukitavsiyeler.com/2015/02/02/avukatlikta-alan-secimi-ceza-avukatligi/

3 Şubat 2018 Cumartesi

The Turkish Operation in Afrin (Syria) and the Silence of the Lambs

this article is taken from https://www.ejiltalk.org
Published on January 30, 2018        Author: 
Operation Olive Branch
On 20th January 2018, the Turkish military started to attack the Kurdish-populated region of Afrin in Syria (“Operation Olive Branch“). With its letter to the Security Council of 22nd January 2018, Turkey justified this action as self-defence in terms of Art. 51 UN Charter. The relevant passage of the letter is: “[T]he threat of terrorism from Syria targeting our borders has not ended. The recent increase in rocket attacks and harassment fire directed at Hatay and Kilis provinces of Turkey from the Afrin region of Syria, which is under the control of the PKK/KCK/PYD/YPG terrorist organization, has resulted in the deaths of many civilians and soldiers and has left many more wounded.” (UN Doc. S/2018/53; emphasis added). Two elements are troublesome in this official Turkish justification.
Non-state armed attacks?
First, it is controversial whether armed attacks of the YPG, a non-state actor, suffice to trigger self-defence in terms of Article 51 UN Charter and underlying customary law. The current law (both Charter-based and treaty-based) is in flux, and still seems to demand some attribution to the state from which the attacks originate. (See for a collection of diverse scholarly opinion, ranging from “restrictivists” to “expansionists”: Anne Peters, Christian Marxsen (eds), “Self-Defence Against Non-State Actors: Impulses from the Max Planck Trialogues on the Law of Peace and War”, Heidelberg Journal of International Law 77 (2017), 1-93; SSRN-version in Max Planck Research Papers 2017-17).
The ICJ case-law has not fully settled the question (see for state-centred statements: ICJ, Oil platforms 2003, paras. 51 and 61; ICJ Wall opinion 2004, para. 139). In Congo v. Uganda the ICJ explicitly refrained from deciding it but implied that − if at all – self-defence was available only against “large scale attacks” of a non-state armed group (ICJ Congo v. Uganda2005, para. 147).
Interestingly, Turkey in its letter does not even use the term “armed attack” which is required by Article 51, but relies on the “threat of terrorism” and the lack of control by Syria in the Afrin region. This is reminiscent of the German explanation of its military contribution to the collective self-defence of Iraq and France in its 2015 letter to the Security Council: “ISIL has occupied a certain part of Syrian territory over which the Government of the Syrian Arab Republic does not at this time exercise effective control.” (UN Doc. S/2015/946). It may also be recalled that Turkey, in 2015, was one of only four states which relied on the unable or unwilling-doctrine to justify strikes against IS in Syria: “It is apparent that the regime in Syria is neither capable of nor willing to prevent these threats emanating from its territory, which clearly imperil the security of Turkey and the safety of its nationals.” (UN Doc. S/2015/563). To conclude, Turkey seems to imply that either non-state armed attacks by YPG would be sufficient to trigger self-defence directly, or that the lack of Syrian control, its inability to prevent rocket strikes and fire by YPG across the Turkish border, are sufficient to justify Turkey’s use of force which inevitably also affects Syrian territorial integrity and sovereignty.
Threshold of gravity
Second, another condition of lawful self-defence seems not to be fulfilled. In order to qualify as an armed attack in terms of Art. 51 UN Charter, the asserted attacks would have needed to surpass a threshold of gravity in scale and effect.
In the 1986 Nicaragua judgment, the ICJ distinguished between ‘the most grave forms of the use of force’ and ‘other less grave forms’ of the use of force (ICJ, Nicaragua 1986, para. 191).
According to the Court, only the most grave forms constitute an armed attack apt to trigger self-defence. The famous Nicaragua gap has the legal consequence that “less grave forms” of military force − although violative of Art. 2(4) UN Charter − will not be answerable by lawful self-defence. Whether one believes that the Nicaragua gap is helpful to serve the policy objective of preventing escalation of military violence or not, the gap still seems to be good law.
The point where the threshold of an armed attack is reached cannot be measured with mathematical precision. More than 3.000 deaths as in the 9/11 attacks surely count as equivalent to an inter-state military armed attack. And maybe also more than one hundred victims as in the Paris attacks by IS in November 2015 are big enough in scale and effect. In any case, the burden of substantiation and of proof for the alleged armed attack falls on the state which claims self-defence (ICJ, Armed Activities in the Territory of the Congo (2005), para. 146).
According to international news reports, Turkey has not substantiated its allegation. Indeed, there was rocket fire causing some casualties from Afrin across the border, but the strikes seem to have occurred after the Turkish invasion. It therefore seems that (whichever position we espouse in the controversy about non-state authors), an armed attack which would be apt to trigger self-defence, has not been shown. The further requirements of necessity and proportionality also do not seem to be met, especially not in the event of an extension of the operation to further regions, as the Turkish President already announced.
Finally, no other justification of the use of force is in sight, notably no invitation by the Syrian government. To the contrary, Syria protested against the strikes (Hazem Sabbagh, Syria strongly condemns Turkish aggression on Afrin, Syrian Arab News Agency, 20 January 2018). This official statement would have to be taken at face value. Any possible secret arrangement and tacit approval by Syria could not count as valid consent under international law. To conclude − on the basis of the facts known to me − we here face a rather obvious violation of international law.
Silence
All the more troublesome is the general silence with which this unlawful act is greeted. The Kurds had, according to newspaper reports, already before the 20th January, when the Turkish offensive became imminent, asked the international community for help (Neue Zürcher Zeitung of 19 January 2018). But not even verbal support came forward. Most states reacted in a non-committal. The United States said they were “very concerned” (USA, Press statement, The Situation in Northwest Syria, Heather Nauert, Department Spokesperson, 21 January 2018).
The German foreign ministry saw the events unfold “with concern” (Press release of 21 January 2018). France, calls on the Turkish authorities to act with restraint” (Press statement, Telephone conversation between Jean-Yves Le Drianand his Turkish counterpart, Mr Mevlüt Çavuşoğlu, 21 January 2018). One state which found clear words is Egypt which considered the Turkish strikes “as a new violation of Syria’s sovereignty”. Neither the UN Security Council (special session of 22 January 2018), nor NATO, nor the OSCE issued an official statement.
The reasons for silence might be manifold: Geostrategic concern for shielding Turkey as the Eastern flank of NATO; reliance on Turkey in the fight against IS; the fear of losing voters with Turkish ethnic background in Western European states; economic interests in arms exportation to Turkey; or the desire to do or to continue doing basically the same as Turkey is doing right now.
Repercussions for the international legal order
But this silence will have repercussions on the international legal order. As mentioned above, neither the UN Security Council nor any other international organisation nor powerful states have clearly denounced the Operation Olive Branch as what it is: As a blatant violation of a fundamental principle of international law. In terms of fairness, this is all the more deplorable as the victims are Kurdish populations which have in the course of the last decades often been left standing in the rain during the armed conflicts of the region.
As a matter of legal policy, we need to concede that the law of self-defence should respond to novel threats and accommodate legitimate security interests of states and their populations. In technical terms, an expansive interpretation of the Article 51 UN Charter, whose wording is open, would be possible. Arguably, what matters from the perspective of the victim is the gravity of the attack and not the attacker. It therefore seems legally possible and also appropriate to modify the traditional attribution criteria (which have been developed for purposes of state responsibility) for identifying an armed attack. This is also the course which state practice seems to take. However, doing away with any link to the state from which the attack originates (in our case Syria) might go too far. First, such a legal construct can hardly well explain the inroads into the territorial sovereignty of an “innocent state”. (I am not saying here that Syria is an innocent state).
Second, and most importantly, opening the door of Art. 51 UN Charter to “the threat of terrorism”, as the Turkish letter has it, carries a huge potential for escalation of violence and for abusive invocations of self-defence. This has been highlighted as recently as 2016 (in cognisance of the Anti IS operations in Iraq and Syria) by the nonaligned states which “reject[ed] actions and measures, the use or threat of use of force in particular by armed forces, which violate the UN Charter and international law (…) under the pretext of combating terrorism” (Final Document of the 17th Summit of Heads of State and Government of the Non-Aligned Movement, 17-18 September 2016, para. 258.34).
The Turkish offensive against Afrin is an example for an aberrant invocation of the inherent right to self-defence. Not protesting against this false legal assertion might in the future fall back on the feet of those states which now fail to denounce the violation of international law and prefer to shut up. It is a silence which will facilitate them falling victim to unlawful trans-border violence at some point, too.

Gönenç Gürkaynak’tan hukuk öğrencilerine 10 altın tavsiye!

Gönenç Gürkaynak’tan hukuk öğrencilerine 10 altın tavsiye!

O Türkiye’nin uluslararası anlamda kariyeryapmış başlıca hukukçularından biri. HarvardÜniversitesi’nde yüksek lisans ve asistanlık yaptıktan sonra New Yorkİngiltere ve GallerBrüksel ve İstanbul baroları mensubu olarak bu şehirlerde avukatlık yapmış


Şu anda İstanbul’da 60’ı aşkın hukukçunun beraber çalıştığı bir bağımsız uluslararası hukuk bürosunun kurucu ve yönetici ortağı. Türkiye’ye döndükten sonra, 12 yıldır beş farklı üniversitede binlerce öğrenci yetiştirmiş olan bir hukuk hocası. Avukat Gönenç Gürkaynak’tan bahsediyoruz. Genç hukukçular ve mesleğe yeni başlayan avukatlar için 10 altın tavsiyesini sorduk. İşte cevapları:

1.       Hukuk eğitimini kötüleyip “gerçek hayatta” ile başlayan cümleler kurma adetiniz varsa, bundan cayın. Okulda ne kadar hukuk öğrendiğiniz ve hukuku nasıl öğrendiğiniz, önemlidir. Hukuk eğitiminin eksiklerini kapatmanın yolu sızlanmak değil meselelerin kaynağına gidip daha çok okumaktır. Hukuk bilgisi eksiğine hakkınız olan son gün mezuniyet gününüzdür. O güne iyi hazırlanın.

2.       Çalışma hayatına adım atacağınız yeri, kendinizi iyi tanıyıp kendinize karşı dürüst biçimde belirleyin. Eğer çok dosya gördükçe ve yük aldıkça serpilip çiçek açanlardansanız, buna göre büro seçin. Eğer “çalışmak için mi yaşıyoruz, yaşamak için mi çalışıyoruz” tartışmasına çabucak girerken kendinizi görebiliyorsanız, kendi temponuza uygun bir profesyonel yuva bulun. Bunun bir tane doğrusu yok. Sizin için doğrusunu ancak siz bilebilirsiniz. Bir yandan Kaliforniya ile bir yandan da Japonya ile çalışan bir büroda işe başlayıp uykusuz kaldığınıza dövünmek de, bir yıl fotokopi çekeceğiniz bir büroya girip gelişemediğinize hayıflanmak da sizi gerçek potansiyelinizle geliştirmez. Kendi ritminize uygun ortamı, sizin için doğru ortamı seçin. “Başkaları yapıyorsa ben de yaparım” yahut “bu yaşta çalışmayacağım da ne zaman çalışacağım” gibi ezberlerden hareket etmeyin. Kendinize dürüstçe bakıp önerilen iş temposunu da iyi araştırın. Düşündüğünüz ofiste çalışan kişilerden bilgi alın. Sorun. Kendinizde inceleme hakkı görün. İşe başlama anındaki kıymetinizi iyi takdir edip çalışma amaçlarınızı koruyun.

3.       Hukuka ve hukukçuya dil uzatana boyun eğmeyin. Hukukun ve hukukçunun kötüsünün olabileceğini bildiğiniz gibi, hukuk kavramının ve hukukçu insanlar grubunun erdemlerine inanın. Mesleğinize sahip çıkın. Baronuza emek verin. Sizin önünüzde “avukat şakası” yapacak adam, iki kere düşünsün. Meslekdaşa en ufak kötü muameleye, meslek alanınıza en ufak tecavüze, meslek onurunu kirleten en ufak uygulamaya, meslekdaşı alçaltan en küçük imaya tahammül etmeyin. Mesleğinizin en onurlu meslek olduğunu, eğer bunu tertemiz yapıyorsa hak savunandan daha makbul insan olamayacağını iliklerinizde hissedin. Bu duygularla donanarak dayanışma içinde faaliyet göstermezseniz, yalnız bir yolculuğun ekşimiş ve yıpranmış yolcusu olursunuz.

4.       Etik olmayan en ufak uygulamayı gördüğünüzde topuklarınızı yere saplayın. Kapılmayın. O yöne gitmeyin. Gitmiş olduğunuzu anlarsanız ‘battı balık yan gider’ demeyin. Derhal geri gelin. Etik konularında kendinizi akıntıya bırakmayın. Tetikte olun. İçinize sinmeyeni size görev yahut gerçeklik olarak takdim eden kim ise ondan uzak durun. Staj yaptığınız yahut çalıştığınız yerde “gerçek hayatın kuralı bu” havalarıyla bu konulara yatkınlık bekleniyorsa, oradan derhal çıkın ve bütün hukukçu çevrenizi de oraya karşı uyarın. Bu konularda şaka yapılan bir yerde olduğunuzu fark ederseniz, size bir taleple gelinmesini beklemeden, yine, oradan çıkın. Kıymetli olan sizsiniz. İtibarı tertemiz olan sizsiniz. Buna el attırmayın.

5.       Eğer avukat olacaksanız ve uluslararası alanda çalışmak istiyorsanız, İngilizce’nin ne kadar lazım olduğu konusunda kimse kafanızı karıştıramasın. İyi İngilizce “çok” önemlidir. Bir başka yabancı dil biliyorsanız, ne mutlu size. Bir dil bir insan. Ancak eğer mükemmel İngilizce sahibi değilseniz, yol yakınken elinizdeki kaynakları bunun için seferber edin. “İngilizce de iyi olur elbette ama”lı cümlelerle hedefinizi saptıranların bahanelerine ve açıklamalarına kulak asmayın. İyi İngilizce “çok” önemlidir. Sizi başkalarının dediğini tekrar etmekten kurtarıp kaynağa kavuşturacak olan da, müvekkille sağlıklı iletişim kurmanızı sağlayacak olan da, 2016 senesinde Türkiye’de hala kolay bulunamayan da budur.

6.       Meyva verin. “Benim haddim mi?” demeyin. Çabalayın. Taşlanmayı göze alın. Taşlandığınızda da sizi yeni meyvalar vermek için yüreklendirecek gerçek dostlarınız olsun. Üniversite zamanındaki dostlukların kıymetini bilin. Hem o dostlarınızı hem de yolda edindiğiniz dostlarınızı sadakatle yüceltip kollayın. Gerçek dostunuz olduğunu bildiğiniz insanların her birinin sözünü her zaman dinlemeseniz bile, ne dediklerini mutlaka hep iyi dinleyin.

7.       Hocalarınıza da örnek aldığınız hukukçulara da bir zamanlar sizin yaşınızda olduklarını ve emek vererek belli bir yoldan oraya geldiklerini bilerek bakın. Kendi gözünüzde efsaneleştirip imkansızlaştırmayın. Hangi yollardan yürüdüklerine bakın. Onların beğendiğiniz yanları kadar eksiklerini de gözleyin. Gözleyin ki, hem onlar insanlaşıp erişilebilir bir rol modeli halini alsınlar hem sizin zamanınız geldiğinde bu eksiklerden bazıları da sizin şahsınızda kapanmış ve böylece bir sonraki kuşakta daha da ileri gidilebilmiş olsun.

8.       Kendinizi karşınızdakinin yerine koyma kabiliyeti geliştirmek için, dünyayı anlamak için, peşin hükümlerden arınmak için, sinirinizi bozan fikirleri evire çevire anlamak için, bilinçli bir gayret gösterin. Sadece hukuka saplanmış, hukuk kitabı dışında kitap okumayan, merakları, hevesleri, hobileri ve kendine özgü ilginçlikleri olmayan dümdüz insanın iyi hukukçu olması güçtür. Bu cümlemin istisnası olmaya değil, çok yönlü insan halini almaya gayret edin.

9.       Yurt dışı tecrübesi iyidir. Yüksek lisans için de olsa, Erasmus ile de olsa, fırsatını bulduğunuzda yurt dışına gidip tecrübe edinin. Yüksek lisans için gidecekseniz önce birkaç sene çalışıp kendinizi tanıyın. Yüksek lisansa üniversitenin beşinci sınıfına gider gibi gitmeyin. Zihninizi açan, sizi sarsan, kalıplarınızı kırıp ezberinizi bozan ortamlara ve tecrübelere talip olun. Ders seçerken de sizi şaşırtacak bazı dersleri de aralara serpiştirin. Bir daha mı göreceğim, deyip, “savaş hukuku” yahut “sinemave hukuk” gibi derslerden de seçin. Alacağınızı alıp renklerinizi tamamladığınızda ülkenize dönmeyi ve memleketin bir ucundan tutmayı düşünün.

10.   Türkiye’den gitmeyi bir marifet gibi yaşamayın. Türkiye’nin emek veren, çalışkan ve iyi yetişmiş insana iyi davrandığı örnekleri inceleyin. Bunları da göz önünde bulundurun. Daha dolu, gerçek ve mutlu bir hayatı nerede yaşayabileceğinizi ezberlerden ve başkalarının doğrularından kaçınarak samimiyetle kendiniz için değerlendirin.

kaynak: milliyet.com.tr
international law